TÜRK TARİHİNDE ÜÇ ATA

 

 

TÜRK COĞRAFYASINDA YÜCE DAĞLAR

ÖNCE DAĞLAR, DAĞLILAR ve DAĞCILAR

DAĞ İNSAN İLİŞKİSİ

Ana Sayfa                  

Sunuş                         

Türk Tarihi'nde Üç    Ata                             

Oğuz Ata                   

Korkut Ata                

Kemal Ata                 

Etrak-ı Biidrak          

Türk Coğrafyası'nda Yüce Dağlar              

Aladağlar                   

Atalar                         

Hakkımda                  

Düşünceleriniz           

 

TÜRK COĞRAFYASINDA YÜCE

DAĞLAR

 

ÖNCE DAĞLAR, DAĞLAR ve DAĞCILAR

   Dağcılar, aşağıdan yukarı çıkar; dağlılar yukarıdan aşağıya doğru iner. Dağcılık Sporu, geniş anlamıyla sağlıklı yaşam amaçlıdır. Ve tırmandıkça yaşam hissedilir, iç gerginliği yok olur. Dağcılık adı altında 200 yıldan beri süren bilimsel ve estetik dağ-insan ilişkisi tırmanılmamış doruk bırakmamıştır. Dağcılık, giderek doğacılık yönüne ağırlık vermiştir. Everest çıkışıyla da, dağcılığın fethi edebiyatı kapanmıştır. Zannımca dağcılar, canlı coğrafyanın en uyumlu bir unsuru olmak gerektiğini bilincini, yüce dağ doruklarında kavramış, bu olgu çevrecilik ve dağcılık kavramının oluşma sürecine katkıda bulunmuştur. Dağcılıkta, hiçbir şeyi kırıp dökmeden, her solukta yaşama evet diyerek, araziyi sahiplenmeden yaşamaktır.

Aslında bu dünya görüşü bir inanç sistemi içinde hayata geçirmiş olan Kızılderililer, doğa severliğinin bedelini çok ağır ödediler. Beyaz adamın, toprakları işgal ederek, tapulayarak, ağaçları keserek ve hayvanları topluca avlayarak yaptıkları tahribata pek akılları ermedi. Hele de, Amerika Devlet Başkanı’nın Kızılderili Şeften para ile toprak istemesini Şefin havsalası almadı. Çünkü; O’na  göre toprak, bütün canlı, cansız doğa Tanrı’ya aitti. Kimin malı kime satılıyordu. Hem, bütün tabiatın kendine göre bir ruhu vardır. (Animizm-Cancılık)

Böyle yüce dağlara, uçsuz bucaksız ormanlara, on binlerce sürülük tabiat harikası bufalolara  para karşılık olabilir miydi? Fakat, üstün silahlı beyaz adam, bufalolara  ve ormanlara yaptığı muameleyi, tabiatla bütünleşmekte esrar eden kızıl deriliye de yaptı ve meydan bilgi-teknoloji, kurnazlık ve açgözlülükle desteklenen silahlara kaldı. Bu amansız devri en çarpıcı anısı General Custer Alayı vakasıdır. Montana, Amerika’nın Kuzey Batı Eyaletlerinden biridir. Montana; dağlık demektir. Bu bölgeye arazi tespiti ve topografya için, iç savaş kahramanlarından General Custer emrinde bir sefer heyeti göndermişti. (1876)

 Siu Kızılderileri, kendi vatanlarını babalarının malı gibi sahiplenmeye gelen ve çalımında geçilmeyen bu askeri birliğe öyle içerlemişlerdir ki, büyük şef ‘Oturan Boğa’, General Custer’i alayıyla beraber imha etmiştir. Bu olay Amerikan tarihinin en müthiş şamarıdır. Konu, Amerikalılar’ın gözüyle bir kahramanlık destanıdır. Defalarca filmi çevrildi. General Custer’in kahramanca ölümü segilendi.

Ancak, gerçek kahraman vatanını istila edenlere karşı koyan, Montana Dağlı’sı Siu Şefi Oturan Boğa idi.

Bu dağlı savaşlarının kendine göre trajik bir güzelliği vardır. Dağ, dağlıya müttefiktir. Yamaçlarda irili-ufaklı taşlar, hazır silahtır. Önce, dar boğazda ilerleyen düşmanın geçeceği en dar yer, taş yuvarlayarak tıkanır. Sonra, dönüş yoluna taş yuvarlanır. Arada kalan kuvvet ne kadar olursa olsun, artık fırına kuzudur.

Taş yuvarlayarak, ok atarak ve değer silahlarla iş bitirilir. Böyle bir savaşın yküsü Fransız dilinde ilk örnekleri olan ‘Chanson de Roland Destanı’nda yazılıdır. Frank Kralı büyük Karl (Charlmagne), İspanya’da Müslümanlarla uzun zaman savaşmış, ülkesine dönmektedir. Geriye yeğeni Capitain (Yüzbaşı) Şovalye Kont Roland’ı 20000 kişiyle artçı bırakmıştır. Roland, Pirene Dağları’nın Ronceveau Geçidi’nde, kimine göre Basklar’ın, kimine göre de Saragosa’nın kafir Kralı Marsilius’un saldırısına uğrar. Bütün kuvvet telef olur. Yüzbaşı Roland, ‘fildişi’ adlı borusunu çalarak, önde giden büyük kısımdan imdat ister. Boruyu o derece şiddetli üfler ki, boyun damarları çatlar ölür.

Dağlardan taş yuvarlamak bütün dağ savaşlarında bir taktik unsuru olarak kullanılmıştır. Karamanoğulları’nın müttefiki olanVarsak Türkmenleri, Toros geçitlerini tıkamakla görevli  idiler. Bu bir nevi askeri sınıf olup, kendilerine ‘Sengendaz’ (taş atıcı) denirdi. Afganistan’da Hayber Geçidi’ni tutan Hazerler, Hindistan’da Sihler, Dağıstan’da Avarlar, Bulgaristan’da Kırcalı Halkı, Yunanistan’da Sülüyotlar, Yemen’in Cebel halkı, Rif Dağları Berberileri ve Tuarekler, Toroslarda Varsaklar bu dağ savaşlarının ustası idiler.

Dağlar, aynı zamanda destan kaynağıdır. Türk Dili’nin en uzun destanı ‘Manas Destanı’dır. Kırgız Han’ı Karahan ölünce halkı, Kalmuklar’ın hakimiyetine geçtiler. Oğlu Çakıp, Kurtuluş Savaşı için Altaylar’a  göçer fakat ömrü yetmez. Oğlu Manas savaşı başlatır ve kahramanca ölür. Daha sonrakiler savaşa devam ederler ve Kırgızlar kurtulur. Destan, bu savaşları ve Er-Manas’ın yiğitliğini anlatır. Manzumdur ve yüz bin beyiti aşmıştır.

Kırgızlar’ın Kurtuluş Savaşı başlattığı Altay Dağları’nda biraz duralım: Bilindiği gibi Türkler Altay Irkı sayılıyor. Altay Dağları, Orta Asya Halkları’nın beşiğidir. Türkler, Moğollar, Tunguzlar ve bir görüşe göre de Koreliler ve Japonlar...

DAĞ İNSAN İLİŞKİSİ                                       

Tarihle Coğrafya iç içedir. Bazı alimler tarihi, Coğrafya ile izah ederle. Çünkü tarihi olaylar, vuku buldukları yerin coğrafyasından etkilenir. Mesela, bizim Çanakkale Savaşı’nın bir adı da, Boğaz Harbi’dir. Çanakkale Boğazı, savaşı şekillendirmiştir. ‘Sarıkamış’  felaketinin, geçtiği yer Allahüekber Dağları olmasaydı, savaşın seyri şimdi bildiğimiz gibi olmazdı. Eskişehir-Kütahya muhaberelerinde ordu Sakarya gerisine çekilmeseydi belki Sakarya zaferi olmazdı. Çünkü, Sakarya Nehri, savaşta bir taktik unsuru olarak kullanılmıştır. Demek ki, insan toplumu ile tabiat etkileşim içindedir. İşte o sebepten, çok eski zamanlarda, başı duman içinde kaybolmuş dağları, Tanrı’nın mekanı saymışlardır. Yunan mitolojisinde Olimpos Dağı, Tanrı Zeus’un mekanı bilinmiştir.

Kafkasya’daki Elburuz Dağı’nın Karaçay Türkçesi’ndeki adı, ‘Mengitav’dır . mengi; Tanrı sıfatıdır, edebi anlamına gelir. Aynı zamanda Orta Asya’nın en yüce dağı olan Tanrı Dağları’nın Hantanrı Zirvesi gökyüzüne karıştığından, Tanrı’ya mekan sayılmıştır.

“Kökke teygen, köktü süygen, kan tengri minar bası.”

-Göğe değen, göğü seven, Han Tanrı’nın yüce doruğu-

Dağların Tanrı’ya nispet edilişinden başka Peygamberlerle beraber anılan dağlar da vardır. Hz  Peygamber denilince akla, ‘Hıra Dağı’ gelir. İsa Peygamber denilince akla, ‘Dağdaki Vaaz’ akla gelir. Bu dağ, ‘Zeytin Dağı’dır. Musa Peygamber denince akla, Tanrı ile konuştuğu kabul edilen  ‘Sine Dağı’ gelir.

Cengiz Han, gençliğinde Merkitler’den kaçıp. ‘Burhan Haldun Dağına’na  sığınmıştır. Cengiz Han dokuz gün yaprak, ağaç kabuğu yiyerek saklanmış ve sonra dağın doruğuna çıkıp ellerini Gök Tanrı’ya açarak; Burhan Haldun Dağı’nı kutsamıştır.

“-Neslim ve neslimin nesli, bu dağın beni kurtardığını unutmasın, saygı göstersin” demiştir. Burhan, Uygurca; Budha manasındadır. Burhancılık, Budizm manasına gelir. Demek ki, Budha’nın adına da kutsal bir dağ var.

İnsan bir dal çalının, küçük bir saka ya da Ardıç kuşunun saklandığına bakıp, dağların en iyi korunak olduğunu fark etmişler, savaşlarda onu kendilerine doğal müttefik saymışlarıdır.

Emirdağları, Beydağları, Sultandağları hepsi savaş hatırası isimleridir. Dağlar isim alırken krallar da unutulmamıştır. Mesela azerbaycan’daki  ‘Şah Dağı’nı örnek olarak verebiliriz.

 
 

TÜRK COĞRAFYASINDA YÜCE DAĞLAR

ÖNCE DAĞLAR, DAĞLILAR ve DAĞCILAR

DAĞ İNSAN İLİŞKİSİ