                           
|
|
|
TÜRK COĞRAFYASINDA YÜCE
DAĞLAR
ÖNCE DAĞLAR, DAĞLAR ve DAĞCILAR
Dağcılar, aşağıdan yukarı
çıkar; dağlılar yukarıdan aşağıya doğru iner. Dağcılık Sporu, geniş
anlamıyla sağlıklı yaşam amaçlıdır. Ve tırmandıkça yaşam hissedilir, iç
gerginliği yok olur. Dağcılık adı altında 200 yıldan beri süren bilimsel
ve estetik dağ-insan ilişkisi tırmanılmamış doruk bırakmamıştır. Dağcılık,
giderek doğacılık yönüne ağırlık vermiştir. Everest çıkışıyla da,
dağcılığın fethi edebiyatı kapanmıştır. Zannımca dağcılar, canlı
coğrafyanın en uyumlu bir unsuru olmak gerektiğini bilincini, yüce dağ
doruklarında kavramış, bu olgu çevrecilik ve dağcılık kavramının oluşma
sürecine katkıda bulunmuştur. Dağcılıkta, hiçbir şeyi kırıp dökmeden, her
solukta yaşama evet diyerek, araziyi sahiplenmeden yaşamaktır.
Aslında bu dünya görüşü bir inanç sistemi içinde hayata geçirmiş olan
Kızılderililer, doğa severliğinin bedelini çok ağır ödediler. Beyaz
adamın, toprakları işgal ederek, tapulayarak, ağaçları keserek ve
hayvanları topluca avlayarak yaptıkları tahribata pek akılları ermedi.
Hele de, Amerika Devlet Başkanı’nın Kızılderili Şeften para ile toprak
istemesini Şefin havsalası almadı. Çünkü; O’na göre toprak, bütün canlı,
cansız doğa Tanrı’ya aitti. Kimin malı kime satılıyordu. Hem, bütün
tabiatın kendine göre bir ruhu vardır. (Animizm-Cancılık)
Böyle yüce dağlara, uçsuz bucaksız ormanlara, on binlerce sürülük tabiat
harikası bufalolara para karşılık olabilir miydi? Fakat, üstün silahlı
beyaz adam, bufalolara ve ormanlara yaptığı muameleyi, tabiatla
bütünleşmekte esrar eden kızıl deriliye de yaptı ve meydan
bilgi-teknoloji, kurnazlık ve açgözlülükle desteklenen silahlara kaldı. Bu
amansız devri en çarpıcı anısı General Custer Alayı vakasıdır. Montana,
Amerika’nın Kuzey Batı Eyaletlerinden biridir. Montana; dağlık demektir.
Bu bölgeye arazi tespiti ve topografya için, iç savaş kahramanlarından
General Custer emrinde bir sefer heyeti göndermişti. (1876)
Siu Kızılderileri, kendi vatanlarını babalarının malı gibi sahiplenmeye
gelen ve çalımında geçilmeyen bu askeri birliğe öyle içerlemişlerdir ki,
büyük şef ‘Oturan Boğa’, General Custer’i alayıyla beraber imha etmiştir.
Bu olay Amerikan tarihinin en müthiş şamarıdır. Konu, Amerikalılar’ın
gözüyle bir kahramanlık destanıdır. Defalarca filmi çevrildi. General
Custer’in kahramanca ölümü segilendi.
Ancak, gerçek kahraman vatanını istila edenlere karşı koyan, Montana
Dağlı’sı Siu Şefi Oturan Boğa idi.
Bu dağlı savaşlarının kendine göre trajik bir güzelliği vardır. Dağ,
dağlıya müttefiktir. Yamaçlarda irili-ufaklı taşlar, hazır silahtır. Önce,
dar boğazda ilerleyen düşmanın geçeceği en dar yer, taş yuvarlayarak
tıkanır. Sonra, dönüş yoluna taş yuvarlanır. Arada kalan kuvvet ne kadar
olursa olsun, artık fırına kuzudur.
Taş yuvarlayarak, ok atarak ve değer silahlarla iş bitirilir. Böyle bir
savaşın yküsü Fransız dilinde ilk örnekleri olan ‘Chanson de Roland
Destanı’nda yazılıdır. Frank Kralı büyük Karl (Charlmagne), İspanya’da
Müslümanlarla uzun zaman savaşmış, ülkesine dönmektedir. Geriye yeğeni
Capitain (Yüzbaşı) Şovalye Kont Roland’ı 20000 kişiyle artçı bırakmıştır.
Roland, Pirene Dağları’nın Ronceveau Geçidi’nde, kimine göre Basklar’ın,
kimine göre de Saragosa’nın kafir Kralı Marsilius’un saldırısına uğrar.
Bütün kuvvet telef olur. Yüzbaşı Roland, ‘fildişi’ adlı borusunu çalarak,
önde giden büyük kısımdan imdat ister. Boruyu o derece şiddetli üfler ki,
boyun damarları çatlar ölür.
Dağlardan taş yuvarlamak bütün dağ savaşlarında bir taktik unsuru olarak
kullanılmıştır. Karamanoğulları’nın müttefiki olanVarsak Türkmenleri,
Toros geçitlerini tıkamakla görevli idiler. Bu bir nevi askeri sınıf
olup, kendilerine ‘Sengendaz’ (taş atıcı) denirdi. Afganistan’da Hayber
Geçidi’ni tutan Hazerler, Hindistan’da Sihler, Dağıstan’da Avarlar,
Bulgaristan’da Kırcalı Halkı, Yunanistan’da Sülüyotlar, Yemen’in Cebel
halkı, Rif Dağları Berberileri ve Tuarekler, Toroslarda Varsaklar bu dağ
savaşlarının ustası idiler.
Dağlar, aynı zamanda destan kaynağıdır. Türk Dili’nin en uzun destanı
‘Manas Destanı’dır. Kırgız Han’ı Karahan ölünce halkı, Kalmuklar’ın
hakimiyetine geçtiler. Oğlu Çakıp, Kurtuluş Savaşı için Altaylar’a göçer
fakat ömrü yetmez. Oğlu Manas savaşı başlatır ve kahramanca ölür. Daha
sonrakiler savaşa devam ederler ve Kırgızlar kurtulur. Destan, bu
savaşları ve Er-Manas’ın yiğitliğini anlatır. Manzumdur ve yüz bin beyiti
aşmıştır.
Kırgızlar’ın Kurtuluş Savaşı başlattığı Altay Dağları’nda biraz
duralım: Bilindiği gibi Türkler Altay Irkı sayılıyor. Altay Dağları,
Orta Asya Halkları’nın beşiğidir. Türkler, Moğollar, Tunguzlar ve bir
görüşe göre de Koreliler ve Japonlar...
DAĞ İNSAN İLİŞKİSİ

Tarihle Coğrafya iç içedir. Bazı alimler tarihi, Coğrafya ile izah ederle.
Çünkü tarihi olaylar, vuku buldukları yerin coğrafyasından etkilenir.
Mesela, bizim Çanakkale Savaşı’nın bir adı da, Boğaz Harbi’dir. Çanakkale
Boğazı, savaşı şekillendirmiştir. ‘Sarıkamış’ felaketinin, geçtiği yer
Allahüekber Dağları olmasaydı, savaşın seyri şimdi bildiğimiz gibi
olmazdı. Eskişehir-Kütahya muhaberelerinde ordu Sakarya gerisine
çekilmeseydi belki Sakarya zaferi olmazdı. Çünkü, Sakarya Nehri, savaşta
bir taktik unsuru olarak kullanılmıştır. Demek ki, insan toplumu ile
tabiat etkileşim içindedir. İşte o sebepten, çok eski zamanlarda, başı
duman içinde kaybolmuş dağları, Tanrı’nın mekanı saymışlardır. Yunan
mitolojisinde Olimpos Dağı, Tanrı Zeus’un mekanı bilinmiştir.
Kafkasya’daki Elburuz Dağı’nın Karaçay Türkçesi’ndeki adı, ‘Mengitav’dır .
mengi; Tanrı sıfatıdır, edebi anlamına gelir. Aynı zamanda Orta Asya’nın
en yüce dağı olan Tanrı Dağları’nın Hantanrı Zirvesi gökyüzüne
karıştığından, Tanrı’ya mekan sayılmıştır.
“Kökke teygen, köktü süygen, kan tengri minar bası.”
-Göğe değen, göğü seven, Han Tanrı’nın yüce doruğu-
Dağların Tanrı’ya nispet edilişinden başka Peygamberlerle beraber anılan
dağlar da vardır. Hz Peygamber denilince akla, ‘Hıra Dağı’ gelir. İsa
Peygamber denilince akla, ‘Dağdaki Vaaz’ akla gelir. Bu dağ, ‘Zeytin
Dağı’dır. Musa Peygamber denince akla, Tanrı ile konuştuğu kabul edilen
‘Sine Dağı’ gelir.
Cengiz Han, gençliğinde Merkitler’den kaçıp. ‘Burhan Haldun Dağına’na
sığınmıştır. Cengiz Han dokuz gün yaprak, ağaç kabuğu yiyerek saklanmış ve
sonra dağın doruğuna çıkıp ellerini Gök Tanrı’ya açarak; Burhan Haldun
Dağı’nı kutsamıştır.
“-Neslim ve neslimin nesli, bu dağın beni kurtardığını unutmasın, saygı
göstersin” demiştir. Burhan, Uygurca; Budha manasındadır. Burhancılık,
Budizm manasına gelir. Demek ki, Budha’nın adına da kutsal bir dağ var.
İnsan bir dal çalının, küçük bir saka ya da Ardıç kuşunun saklandığına
bakıp, dağların en iyi korunak olduğunu fark etmişler, savaşlarda onu
kendilerine doğal müttefik saymışlarıdır.
Emirdağları, Beydağları, Sultandağları hepsi savaş hatırası isimleridir.
Dağlar isim alırken krallar da unutulmamıştır. Mesela azerbaycan’daki
‘Şah Dağı’nı örnek olarak verebiliriz.
|
|